Şehrin çatılarının
üzerinde hayat dolu
bir bahçe.

Haus des Wissens’in çatısında Almanya’nın tek ve

biricik sürdürülebilirlik alanı yeşeriyor.

Çatının kuş bakışı görünümü © GREENBOX Peyzaj Mimarları (ön taslak)

Mikro iklim

– Yağmur suyunun buharlaşması yoluyla çevredeki havanın soğuması

Sıcaklık
– 
Isı ve aşırı ısı adaları 
etkisi azaltılır
Tür çeşitliliği

– Bitki ve hayvan türlerinin
ve biyoçeşitliliğin korunması
ve arttırılması

Yağmur sularının toplanması

– Su tutma çatıları sayesinde
yağmur suyunun tutulması ve toplanması

– Yağmur suyu bitkilerin sulanması için hazır bulundurulur

Havanın temiz tutulması

– Havadaki toz ve
karbondioksidin bağlanması

Konut ve yaşam alanı kalitesi

– Kentlerde daha fazla yeşil
alan ve rekreasyon alanlarının
oluşturulması

Fotoğraf: © Tanja Wesel
Fotoğraf: © Bettina Malik

Hubertus Schäfer ve Verena Starke

GREENBOX
Peyzaj Mimarları

Haus des Wissens’in AB çapında açtığı yarışmayı CROSS Mimarlık Şirketinin kazanmasının ardından, Haus des Wissens’in dış alanlarının ve çatısının düzenlemelerini 2020’den beri Peyzaj Mimarlığı Şirketi GREENBOX planlıyor. Şirketi Bochum’da 22 yıl önce kuran Hubertus Schäfer için bu proje çok severek yürüttüğü bir proje. Schäfer mimarlık eğitimini Bochum ve Essen şehirlerinde yaptığını, daha sonra ilk mesleki deneyimlerini de yine bu şehirlerde kazandığını belirtiyor. GREENBOX, altı lokasyonda 120 çalışanıyla şu anda Almanya’nın en büyük peyzaj mimarlığı firmalarından biri. STADTGOLD, Hubertus Schäfer ve Proje Yöneticisi Verena Starke ile şehrin en yeşil kamu binası için üretilen vizyonlar ve fikirler hakkında bir görüşme yaptı.

Bir peyzaj mimarlığı bürosu genel olarak ne yapar? GREENBOX özelinde sizlerin üstlendiği görevler nelerdir?

Hubertus Schäfer: En geniş anlamıyla, insanların kentsel yaşam alanlarını düzenliyoruz diyebilirim. Bunlar şehir merkezleri, yaya bölgeleri, meydanlar, gezinti yolları ve parklar gibi yerler. Ve bunu yaparken yaklaşımımız yalnızca tasarımın güzelliği değil, aynı zamanda bütünsel konseptler yaratmak. GREENBOX’un amacı, iklim adaptasyonu açısından gerçekten geleceğe yönelik kentsel alanlar tasarlamaktır. Son yıllarda bu konuda birçok adımlar atıldı. Ekiplerimizde, örneğin sünger şehir yaklaşım alanında, birçok yeni ekspertiz geliştirdik. Şu sıralar yoğun olarak yağmur suyu, sirkülasyon sistemleri ve geri dönüşüm konularında yenilikçi konseptler üzerine kafa yoruyoruz.

“Haus des Wissens ile 
bugün mümkün olan her şeyi
gösteriyoruz.”

Tüm bu değişim ne zaman başladı? Sürdürülebilir su yönetiminin yaptığınız işteki öneminin, ağırlığının arttığını ne zaman farkettiniz?

Hubertus Schäfer: Aslında daha yakından baktığınızda, bu konunun peyzaj mimarlığı alanında hiç de yeni olmadığını görürsünüz. Günümüzün kentlerinde yağmur suyunun büyük bir hassasiyetle kullanılması gerekliliği, artık müşterilerimizin kafasında da gerçekten önemli bir kıstas olmaya başladı. Son altı yedi yıldır, daha fazla yeşil alan, asfalt veya betonla örtülmüş daha az alan, yeşillendirilmiş çatılar ve cephelerin yeşillendirilmesi söz konusu olduğunda, insanları ikna etmek için pek fazla çaba sarf etmemize pek gerek kalmıyor.

Ve Haus des Wissens projesi de bu bağlama çok uygun bir proje. Çünkü bu projeyle bu konularda yapılabileceklerin çoğunu gösterebileceğimize inanıyorum. Haus des Wissens’de maksimum bir sürdürülebilirlik yaratmak ve maksimum yeşillikte bir düzenleme yapmak için, tüm potansiyelleri keşfetmek ve Bochum kentinde herkesin vakit geçirmek için can atacağı mükemmel bir yer yaratmak istiyoruz.

Yarışmaya katılırken bunların hepsini bu şekilde planlamış mıydınız?

Verena Starke: CROSS Architecture yeşillendirilmiş çatıyı zaten temel fikir olarak ortaya atmıştı. Ama projeye biz de dahil olduktan sonra, her şeyi sıfırdan planladık ve bunu yaparken geleceğe yönelik birçok sürdürülebilirlik yaklaşımını tasarıma entegre ettik.

Bu projenin sizin için en heyecan verici yanı nedir?

Verena Starke: Proje bünyesinde çok farklı yönleri barındırıyor. İnanılmaz sayıda yenilikçi ve teknik yaklaşımı tek bir noktada birleştirebiliyoruz. Yaklaşımı açısından benzersiz bir proje, aynı zamanda Almanya’da tamamen yeni olan deneysel bir alanda faaliyet gösteriyoruz. Proje yönetiminde görev yapmaktayım, benim açımdan, çatı ile iç avlunun kombinasyonunda da üstesinden gelinmesi gereken yepyeni teknik zorluklar var. Tüm bunlar projeyi son derece heyecan verici kılıyor. 

Çatıyı özel yapan birkaç husustan bahsedebilir misiniz?

Verena Starke: Çatıda çok farklı bitkilerden oluşan komple bir bahçe peyzajı oluşturuyoruz.
Bahçede ağaçlar, çalılıklar, çok yıllık bitkiler, farklı sazlıklar ve çim basamaklar olacak. Ayrıca skydeck’te sedumlar ve farklı otlardan oluşacak geniş kapsamlı bir yeşillendirme planladık. Tür bakımından çok zengin olan bu bitki örtüsü, teknik olarak bina iklimi üzerinde gölge ve serinletme etkisi oluşturacak.

Çatıdan tahliye edilecek su, aynen iç avluda biriken yağmur suyu gibi, yer altındaki iki sarnıçta toplanacak. Toplanan su, şiddetli yağış halinde yağmur bahçelerine yönlendirilecek. Bunların taşmasıyla karşı karşıya kalındığında ise, su sarnıçlara yönlendirilecek.

Toplanan su daha sonra yağmursuz havalarda çatıdaki bitkilerin sulanmasında, binadaki tuvaletlerin sifonlarında yeniden kullanılacak. Binanın bu şekilde işleyen kendine ait doğal bir su döngüsü olacak.

Tüm bu tedbirlerin mikro klimaya etkilerinin neler olacağını tahmin etmek mümkün mü?

Verena Starke: Tamamen geçirimsiz zeminli bir çatının aksine, biz burada bitkilendirme ve yağmur suyunun gecikmeli akışı sayesinde, daha serin bir mikro iklim yaratan, aşırı ısı gelişimi çok daha az olan ve buharlaşmadan kaynaklanan bir soğutma elde ediyoruz. 

Hubertus Schäfer: Bunu belli simülasyon yöntemleriyle hesaplamak mümkün. Bu alandaki deneyimlere dayanarak, Haus des Wissens’de ısının soğutulması yöntemiyle ciddi avantajlar sağlanacağını düşünüyorum.

Hubertus, çatıda senin en sevdiğin yer neresi olacak?

Hubertus Schäfer: Çatıda kalabalık bir grubun birlikte oturabileceği uzun bir masa planladık. Bittikten sonra bu masaya oturup kendime soğuk bir Fiege birası açmak istiyorum. Projenin daha en başında söylemiştim, “Proje bittiğinde tam şurada oturmak istiyorum,” demiştim. Uzun bir süredir o anı yaşamaya can atıyorum.

Projeyle ilgili çok sık sorulan bir soru var, çatıya neden güneş enerjisi yapmadığınız sorusu. Bu soruya hangi cevabı veriyorsunuz?

Hubertus Schäfer: Kısa bir süreden beri artık güneş enerjisi ile yeşil alanları birleştirmek mümkün. Ama biz Bochumlular için çatının TAMAMINI yeşil alana dönüştürme kararı verdik. Bunun sebebi kent merkezinde kamuya açık çok az yeşil alanın olması. Bunu havadan çekilmiş fotoğraflar çok iyi gösteriyor.

Hedefimiz, burada canlı bir alan yaratmak. İnsanların birbiriyle buluşabileceği, sabah olsun, akşam olsun günün çeşitli saatlerinde insanların herhangi bir tüketim baskısı olmadan bir araya gelebilecekleri bir alan. “Bahçe locaları”, uzun masa ve projeksiyon perdesi gibi fikirlerimiz tam da bunları amaçlıyor. Tüm bu olanakların memnuniyetle ve sıklıkla kullanılmasını umuyorum.

Şehirde yeni bir “olmak istenen yer” oluşturulurken gözetilen sürdürülebilirlik ve sosyalleşme ölçütlerinin yanısıra planlarınızda dijitalleşme hangi ölçüde bir rol oynuyor?

Hubertus Schäfer: Büromuzun DNA’sı ile dijitallik düşüncesi en başından beri birbirine sıkı sıkıya bağlı. Şu sıralar başka projeleri de hibrit bir konseptle planlıyoruz. Haus des Wissens projesinde, yalnızca çatıda yeni bir kentsel alan planlamakla kalmıyor, aynı zamanda dijital düzeyi de en başından beri gözden kaçırmıyoruz. 

“Bahçe dijital olarak da
kullanılabilir.”

“Bahçe localarının” yeşil teraslara entegrasyonu bu nedenle düşünüldü. Bu localar, QR kodlarıyla dijital bilgilere hem yazılı hem de sesli olarak erişebilen teknolojik bir altyapıya sahip. Bu şekilde kent merkezinde gerçek bir dijital-analog deneyim alanı yaratıyoruz. Haus des Wissens’in çatısını, binanın tamamına hakim olan çok canlı, çok yönlü ve hibrit konseptin devamı niteliğinde düşündük. 

Şu anda birçok projede, örneğin IGA’da da (Uluslararası Bahçe Şovu), dijital düzlemlerin entegrasyonuna yoğun bir şekilde önem veriyoruz. “Uluslararası Bahçe Şovu Ruhr Metropolü 2027” şu anda hibrit bir deneyim konseptine sahip olan en büyük projelerimizden biri.

Bu yalnızca bina ile çatısı arasındaki bağlantı için değil, binanın çevre düzenlemesi için de geçerli. Bu nedenle şimdi Viktoriastraße’nin Husemannplatz’a bağlantısını düzenlemekle de görevlendirildiniz. Bu yeni tasarımdaki yaklaşımınızın ne olacağı ve orada üstesinden gelinmesi gereken en büyük zorluğun hangisi olduğunu şimdiden söyleyebilir misiniz?


Hubertus Schäfer:
En büyük iş, şehrin dört bir yanındaki insanları bulundukları yerden buraya gelmek için ikna etmek, davet etmek. Bugün, Viktoriastraße’nin binanın etrafındaki bölümünün karakteri oldukça işlevsel, zemini geçirimsiz geniş alanlar mevcut, insanın gerçekten bulunmak isteyeceği bir yapısı yok. Ayrıca yeniden tasarlanmış olan Husemannplatz’a bağlantısı da çok önemli.

Kapalı pazar alanına girişin önüne büyük bir merdiven yapmayı planlıyoruz, buna kendi aramızda “şehrin kanepesi” adını verdik.

Verena, çatıda senin en sevdiğin yer neresi olabilir?

Verena Starke: Ben üst tarafta yer alacak localardan birine oturup rahatıma bakacağım. Çevrenin üzerimdeki etkisini hissedecek, kendimi ses dünyalarından birine bırakacağım. Çatı tasarımının güzel yanlarından biri de, herkesin aradığını bulabileceği bir yer olması. Her bir birey, ihtiyacı olanı orada bulabilecek. İsterseniz skydeck’de, terasta, barda ya da uzun masada başkalarıyla iletişim kurabilir, isterseniz localardan birini seçip kendinizle baş başa kalabilirsiniz. Bu seçenekler gerçekten çok heyecan verici.

Yürüteç, tekerlekli sandalye, puset vb. gibi kişisel ihtiyaçlara ve hareketlilik kısıtlamalarına çözüm ararken hangi zorlukların üstesinden gelinmesi gerekti?

Hubertus Schäfer: Bizim için, bu alanın halkın erişimine açık olması, hiçbir bariyerin bulunmaması gerektiği, kesinlikle tartışma götürmez. Dik bir eğime sahip topografik koşullar önümüzde gerçekten bir zorluk oluşturuyordu; bariyersiz erişilebilirliği tasarıma, çatı düzenlemesinin bahçe karakterine doğal bir uyumla entegre etmemiz gerekiyordu. Yani elverişsiz koşulları iyi bir neticeye dönüştürmek zorundaydık ve bunu da başardık. Bitkilendirme yaptığımız alan boyunca yukarı doğru maksimum eğimi %6 olan bir “yürüyüş yolu” planladık. Bu yolu herkes kullanacak, bitkilere yakından bakmak için zaman ayıracak ve özel kokulu bitkilerden keyif alacak. Bunların her biri birer davet.

“Hayvanlar
kendiliğinden gelip
yerleşecekler.”

Çatı, özellikle sıcak veya rüzgarlı günlerde orada bulunanlarda nasıl bir his uyandıracak?

Verena Starke: Locaların olduğu alan çok güneş alan bir yer. Sıcaklığın 35 – 38 derece civarına çıkabildiği yaz aylarında burası da çok sıcak olabilir. Ancak bitkilendirme sayesinde, hiçbir zaman şehirdeki asfaltlanmış meydanlarda olduğu kadar sıcak olmayacak. Yüksekliği nedeniyle doğal olarak aşağıya göre daha rüzgarlı olabilir, ancak ağaçlar rüzgarı önemli ölçüde tutacak.

Peki ya hayvanlar? Buraya kendiliklerinden gelip yerleşecekler mi?

Verena Starke: Aşağıda sürekli su altında kalan yerler var. Nemi seven hayvan türleri oralara yerleşebilecek. 

Yukarıdaki bitkilendirmeyi yaparken, farklı hayvan türleri için besin ve yaşam alanı sağlayacak çok çeşitli bitkiler kullanmaya özen gösterdik. Hayvanları buraya özel olarak biz yerleştirmeyeceğiz, çünkü onlar zaten kendiliğinden gelecekler. Birçok böcek ve kuş için çok çeşitli yiyecek ve barınak yapıları oluşturuyoruz. Binanın üzerinde kuşların ve yarasaların kendi yuvalarını kurma olanakları var.

Çatıya gerçekten uzun ve büyük ağaçlar mı dikilecek yoksa çatının planlanan duruma gelmesi yıllar mı alacak?

Verena Starke: Bir bahçe daima yaşayan bir yerdir, dolayısıyla bahçenin ve bitkilerin büyümesi biraz zaman alacak. Ağaçları, yalnızca lojistik nedenlerle değil, maliyet nedenleriyle de çatıya nihai yüksekliklerinde dikmek mümkün değil. Bitkilendirme çalışmaları dinamik bir karaktere sahiptir ve zaman içinde gelişir. Dikilmesi planlanan ağaçların nihai yükseklikleri beş ila sekiz metre arasında. 

Hubertus Schäfer: Elbette ağaç türlerinin, planlanan toprak yapısının gerekli stabiliteye sahip olup olmadıklarına göre de seçilmesi gerekir.

Gelecekteki şehir planlaması projelerinin neleri içermesini isterdiniz?

Hubertus Schäfer: Bu projenin bir örnek teşkil etmesini ve biz peyzaj mimarlarının projeye çok daha erken bir zamanda dahil edilmemizi isterim. Bu şekilde sürdürülebilir ve iklime dayanıklı bir planlama projenin en başından itibaren yapılabilir. Haus des Wissens, mimarlık ve peyzaj mimarlığının ortak çözümlerinin nasıl üretilebileceği, özel bir katma değerin nasıl yaratabileceği konusunda çok iyi bir örnek.

Bu dileklerin sizin için gelecekte bu yönde değişebileceğine ilişkin uluslararası bir örnek var mı?

Hubertus Schäfer: Günümüzdeki yenilikçi mimariye, peyzaj mimarlığına ve şehir planlanlamacılığına toptan baktığımızda, doğal olarak karşımıza Kopenhag en önerilebilecek örnek olarak çıkıyor. New York’daki High Line da mevcut yapıların içinde barındırdığı gizli potansiyeli fark etmek için gerçek bir itici güç olmuştur. Öte yandan eski bir maden ocağı olan Zeche Zollverein’daki RAG Vakfı genel merkezi projesinde gerçekleştirdiğimiz çatı yeşillendirmesi de, binanın topraktan aldıklarını Dünya Kültür Mirası Parkı’na geri veriyor.

Verena Starke: Uluslararası projelerin tek tek yapı taşlarını rol model olarak ele almak da mümkün, Ama biz de Haus des Wissens’in çatısında yarattığımız bahçelerin uluslararası bir örnek olmasını istiyoruz. Bunun için hem müşterilerimiz hem mimarlarla harika bir ekip halinde birlikte çalışıyoruz. Yaptığımız iş gerçekten büyük zevk veriyor. Sonucun çok ama çok güzel olacağına kesinlikle inanıyorum.

Ein Ort
mit Strahlkraft.